14 Şubat 2011 Pazartesi
14 Şubat Enayileri
Hristiyanlar için bile, olsa olsa Vatikan icadı sayılacak “kutsal” gün aslında “acı” bir gündür.
Hatta uğursuzdur. Bugün öyle uğursuz bir gündür ki, mucidinin kellesi o gün gitmiştir. Şimdi tarihe mal olmuş bazı ünlüler ve 14 Şubat mağduriyetlerine göz atalım.
1–Rahip Valentinus (ilk mağdur) ... Memleket Roma ... Genç bakireler isimlerini kağıtlara yazıp, “koca bulma” çekilişine katılıyorlar. Kendine buradan eş bulan Romalı adam da savaşa gitmeyince, İmparator II. Claudius küplere biniyor.
“Ben nikahı yasakladım mı, kimdir emrime karşı çıkıp da nikah kıyan” deyip, gürleyince karşısına bu gariban rahip Valentinus’u getiriyorlar. Koca Roma İmparatoru “tiz kelle” emrini veriyor. Rahip sizlere ömür. Tarih 14 Şubat 207
2–James Cook ... İşi gücü bırakıp kendini dünyayı yeniden keşfetmeye adayan bu İngiliz Kaptan, ülkesine yeni topraklar kazandırmayı kafaya koyuyor. İçinden gelen hangi ses “ekvatorun güneyinde yeni topraklar var” dediyse, çıkıyor yola. Bakıyor toprak falan yok, Kuzey Buz Denizi'ne gideyim diyor. Dev buz kitleleri önünü kesince (ecel işte) Hawaii'ye geri dönüyor.
Bu sırada hain yerliler geminin kayıklarından birini çalınca ortalık karışıyor. Havaililer “Hintliler” gibi çabuk teslim olmayınca arbede çıkıyor, Kaptan James Cook o gün sizlere ömür. 14 Şubat 1779
3–Jimmy Hoffa ... Sen tut, ABD’de mafyanın en güçlü olduğu günlerde taşımacılık sektöründe sendikaları bir araya getirmeye kalk. Bu yüzden hapis cezası bile al ama akıllanma. Üstüne uğursuz günde karanlık, ıssız bir otoparka tek başına gir. 14 Şubat 1975. Hala bir haber alınamadı. Galiba o da sizlere ömür.
Buyurun, Türkiye’den bir 14 Şubat mağduru. (İlk kurulan TBMM’de, 14 Şubat 1925’te hem de meclisin içinde vurularak öldürülen Deli Halit Paşa da mağdur sayılabilir, ama o ayrı bir yazı konusudur.)
4–BÜLENT ERSOY 14 Şubat 1983 ... Hayır, yanıldınız.
Hediye ya da “eş” mağduriyeti değil Bülent hanımınki. “Sahne” mağduriyeti. Danıştay, Bülent Ersoy’un hukuken “erkek” olduğunu ve sahneye de ancak erkek kıyafeti ile çıkabileceğine karar verdi.
14 Nisan 2009 Salı
Tradisyön Türk (Tradition Turque)
VB ile RB, otuz yıllık evli, Belçikalı bir çift. Evin beyi diş hekimi, hanımefendi AB parlamentosunda bir sekretaryada görevli. Orta yaşın üstündeler. VB’nin kızkardeşi yıllar önce ölünce, oğlunu, yani yeğenlerini evlat bilip büyütmüşler. O oğlan bir Türk kızına abayı yakmış. Anlaşmış, evlenmeye karar vermişler. Buraya kadar her şey hoş bir “aşk” hikayesinden ibaret.
Kız ve ailesi İstanbul’da ikamet ettiklerinden nikah ve sonrasında verilecek yemek için mekan “İstanbul” olarak seçilmiş. Gün alınmış.
Belçika’ya haber salınmış. Herkes mutlu, her şey yolunda. Nikah Beşiktaş Evlendirme Dairesi’nde kıyılacak. VB ve RB, Taksim’de kaldıkları otelden evlendirme dairesine doğru yola çıkmışlar.
Trafik akıcı, otelin ayarladığı şoför Fransa’da işçi olarak çalışmış, Fransızcayı da akıcı konuşan bir adamcağız.
Yol boyu sohbet güzel. Neyse efendim, nikah kıyılmış, nikah sonrası yemek yenecek mekana gidilecek. Ama o da ne? Araçlar kıpırdamıyor.
Önlerinde gelinin olduğu araba, arabanın önünde de yaşları 15 ile 30 arasında bir sürü adam. El ele tutuşmuşlar. Trafiği durdurmuşlar, kimseye yol vermiyorlar. Bazıları arabanın üstüne yatmış, kimileri arabanın tekerine saldırıyor.
Bizim gariban Belçikalı çifti almış bir telaş.
Önce teröristler saldırdı sanmışlar. Bakmışlar ki önlerindeki sadece kendi gelin arabalarına değil, bütün gelin arabalarına yapılan şey aynı.
Bir grup adam arabaların geçmesine izin vermiyor.
Etrafta trafik polisleri var ama bu duruma aldıran yok. Bizimkilerin neredeyse korkudan dudakları yarılıyormuş. Fransızca bilen şoförleri durumu açıklamış; “Tradisyon Türk” (Türk adeti) Yol kesip, para vermeyeni geçirmemek?
Hem de polislerin gözü önünde... Tradisyön Türk???
Derken birileri çıkıp, bu adamlara beyaz beyaz zarflar vermiş, yol açılmış, bizimkiler gözleri fal taşı gibi açılı halde, nikah sonrası yemek yenecek restorana gelmişler. Gelmişler ama içeri girmek ne mümkün. Yeğenleri kapıda, smokininin ceplerini karıştırıp, bir şeyler arıyor. Kapının tam önünde iki garson var, pişmiş kelle gibi sırıtıp duruyor.
Bizim garibanlar, şoföre bakmışlar, şoför de sırıtarak açıklamış, “la port nö suvr pa” (La porte ne s'ouvre pas–kapı açılmıyor.)... Nasıl açılacak? Damat para verecek.
Ama görün ki gariban damadın aklına düğün günü her adımda soyulacağı gelmediği için smokininin cebine para koymamış. Sağdan soldan yine kız tarafından birileri yetişmiş. Garsonlara para verilmiş, kapı açılmış.
Bizim Belçikalılar yemek bile yiyemeden olanı biteni seyretmeye başlamışlar. İki kere kavga çıkmış, gelen giden gelinin üstüne para takmış.
Müzisyenlerin kafasına bile para dökülmüş.
Paraları toplayan garsonlar ile müzisyenler arasında da arbede yaşanmış. Olan biteni ağızları açık bir şekilde şoförlerinden öğrenmişler.
Derken ortaya pasta gelmiş. Pastanın yanında bir garson, garsonun elinde bir kocaman bıçak. Ama herkes garsona bakıyor, garson damada bakıyor, ama pasta kesilmiyor. İmdada şoför yetişmiş, açıklamış. lö kuto nö kup pa.
(Le couteau ne coupe pas- bıçak kesmiyor) Tradisyön Türk. Yine birileri yetişmiş. Türk adeti yerine gelmiş ve nihayet pasta dağıtılmış.
Sonunda düğün bitmiş, çıkışta yine bir sürü Tradisyön Türk.
Ve bizimkiler ertesi gün atlayıp uçağa Brüksel’e, evlerine dönmüşler. Havaalanı yolunda şoföre söyledikleri şu söz, çok şeyin cevabı : “Les traditions Turques ne correspondent pas aux traditions de Commitée Europenne” (Türk gelenekleri Avrupa Birliği geleneklerine uygun değildir.)
Müzakereler, uyum paketleri martavalları ile yıllarca uyutulduk. Onlarca üstümüze yakışmayan, büyük ya da küçük gelen uyum standardına sokulmaya çalışıldık. Sadece bir an için, “gerçeklere” bakalım.
Yukarıdaki sözleri sarf edenlerin AB üyesi ülkelerin vatandaşları olduğunu, ve son sözün referandumda verecekleri oylar ile belirleneceğini unutmayalım.
Ve lütfen, Türkiyesiz AB olmaz derken, gerçekten önce “kültürlerimiz” uyuşabiliyor mu buna bir bakalım.
Ve yukarıda anlatılanların AB üyesi bir ülkede gerçekleşmesi durumunda neler olur, bir düşünelim.
4 Nisan 2009 Cumartesi
Veda Valsi (şimdilik)
Şimdi sizinle içimden geçtiği gibi paylaşmak istiyorum...
Türkiye'yi teğet (!) geçen kriz maalesef bana direk geçti. (Ancak bu kadar kibar olunabiliyor)
Ödenmeyen maaşlar ve sigortalara rağmen "işsizler kervanına" katılmamak adına direnmeler sonuç vermedi. Patronumdan duyduğum söz, "İnşallah ilerde bir gün helalleşiriz" oldu. Sonunda iflas ettim.
Şu anki ekonomik şartlarım bırakın yazı yazmayı, bir yazı okumamın bile önüne geçti. Asırlar sonra sizlere veda edebilmek için ilk kez bir internet cafe'ye girdim. Sizlerle bu forumu paylaşmak çok keyifliydi. Bu internet kirliliğinde blog sahipliği fikrini veren önayak olan "DOCTUS" (http://www.doctus.org) üyesi olmak, ve o siteye her girişimde birşeyler öğrenmek inanılmaz güzeldi...
Hepinize teşekkürler.
Hoşça Kalın
3 Nisan 2009 Cuma
BAYKAL MUHALİFLERİNE BÜYÜK ÖNERİ
Sayın parti için muhalifler. Olağan Genel Kurul’unuz 2010 yılında yapılacak. (Aslında bu yıl yapılacaktı ama, yerel seçimler tüzünden Parti MYK'sı Genel Kurul’u bir yıl erteledi.)
Size önerim, günü gelince Deniz Baykal’ın karşısına aday olarak tiyatro sanatçısı Derya Baykal’ı çıkartın. İkisinin de isimlerinin ilk harfleri aynı, ikisinin de soyadları “Baykal”. Size tüm samimiyetim ile söylüyorum. Delegelerin çoğu, Deniz Baykal’a oy atıyoruz diye, “Derya Baykal” a oy atar. Böylece, Deniz Baykal’ı tahtından indirmiş olursunuz.
....Olmaz mı? Yani hiç kimse, isimlerinin ilk harfi ve soyadları aynı diye Deniz Baykal’dan vazgeçip, yanlışlıkla olsa dahi mührü, “Derya Baykal”a basmaz mı? Demek insanlar böyle bir oyuna gelmez. Demek kimse bu tür basit bir numaraya aldanmaz.
Dedim ya. Ben bu yazıda haddimi aşıp, iç siyasete karıştım. Haklısınız, kimse bu tür numaraları yemez. 2009 yılının Türkiye’sinde bu oyunlara kargalar bile gülmez. Özür dilerim! ...
Unutmadan, 8 yıldır Şişli Belediye Başkanlığı görevinde bulunan, eski üyeniz Mustafa Sarıgül’e rakip olarak adaylığını ilan ettiğiniz “Muharrem Sarıgül” iyi bir seçimdi. Tebrikler...
AB, ÇABUK KRİTERLERİMİZE UY
Nasıl? Almanya’da milyonlarca Türk asıllı Alman vatandaşı olduğu halde Türkçe yayın yapan bir tane bile kuruluş yok mu? Kanunen yasak demek. Haydi canım!
Allah bilir üniversitelerinizde “Türk dili ve edebiyatı kürsüsü” vardır. Çünkü, bayrağı ve başkenti olan bir “devletiz”. Bu ikisine sahip olan ülkenin dili vardır. Kürsümüz olmalı. Ha, unutmadan; biz, Kürt Dili ve Edebiyatı kürsüsü açıyoruz, haberiniz olsun.
Almanya’da ardı ardına Türklere ait evler yakılır, insanlar ölürken, “Hepimiz Ayşe’yiz, hepimiz Türk’üz” diye Alman vatandaşları yürüdü değil mi?. Hatta Yahudi soykırımı belgelerle, kamplarla, toplu mezarlarla ispatlandığı, sorumluları en ağır şekilde cezalandırıldığı halde, bir takım “aydın” ve “yazarlarınız” altmış yıl sonra “Musevilerden özür diliyoruz” kampanyası başlatmıştır...
Bunlar da mı olmadı? Allah, Allah! ...
Biz terör örgütü başı, çocuk katili yalnız kalmasın diye hapishanede yanına adam vereceğiz. Siz, İngiltere ile barış görüşmeleri yapmak için daha savaş başlamadan ülkeye gitmiş, II. Dünya Savaşı ile ilgisi olmayan Rudolf Hess’e ne yaptınız? Demek yanına tek ziyaretçi bile sokmadan, ömür boyu çürüttünüz. Kliması çalışıyor muydu bari?
Sizde otuz beş yıldır bakanlık koltuğu bile göremediği, partisi baraj altında kaldığı halde Parti Genel Başkanlığı’nı bırakmayan da yoktur. Kendi seçtiği delegeye, yine kendini seçtiren Sosyal Demokrat Parti Başkanı da. Biz medeniyiz, bizde var.
Bir de “insan hakları”, “sosyal yaşam”, “medeniyet” deyip, bizi kendinize benzetmeye çalışıyorsunuz. Çok ayıp çok. Hemen kriterlerimize uyun ve medenileşin.
Dip not: İtalya’da Lucca belediyesi döner satışını yasakladı, biz lahmacunumuzun adını “turkish pizza” yaptık. Sen misin yüzlerce yıllık kültürünün adını değiştiren? Alman hemen “dönerin “ adını yasakladı. Artık “döner” yok, "Drehspiess" var. Yersen (!), pardon, yemek için "Drehspiess" istemek zorundasın. Almanya’nın Viersen Belediyesi’nin aldığı karar ile “Döner” satmak yasak, "Drehspiess" satmak serbest.