Bu Blogda Ara

14 Nisan 2009 Salı

Tradisyön Türk (Tradition Turque)

Olayın kahramanlarına söz verdim, isimleri gizli tutacağım. Bakın Avrupa Birliği’ne ne kadar yakınız ve AB vatandaşlarına kendimizi nasıl gösteriyoruz.

VB ile RB, otuz yıllık evli, Belçikalı bir çift. Evin beyi diş hekimi, hanımefendi AB parlamentosunda bir sekretaryada görevli. Orta yaşın üstündeler. VB’nin kızkardeşi yıllar önce ölünce, oğlunu, yani yeğenlerini evlat bilip büyütmüşler. O oğlan bir Türk kızına abayı yakmış. Anlaşmış, evlenmeye karar vermişler. Buraya kadar her şey hoş bir “aşk” hikayesinden ibaret.
Kız ve ailesi İstanbul’da ikamet ettiklerinden nikah ve sonrasında verilecek yemek için mekan “İstanbul” olarak seçilmiş. Gün alınmış.
Belçika’ya haber salınmış. Herkes mutlu, her şey yolunda. Nikah Beşiktaş Evlendirme Dairesi’nde kıyılacak. VB ve RB, Taksim’de kaldıkları otelden evlendirme dairesine doğru yola çıkmışlar.
Trafik akıcı, otelin ayarladığı şoför Fransa’da işçi olarak çalışmış, Fransızcayı da akıcı konuşan bir adamcağız.
Yol boyu sohbet güzel. Neyse efendim, nikah kıyılmış, nikah sonrası yemek yenecek mekana gidilecek. Ama o da ne? Araçlar kıpırdamıyor.
Önlerinde gelinin olduğu araba, arabanın önünde de yaşları 15 ile 30 arasında bir sürü adam. El ele tutuşmuşlar. Trafiği durdurmuşlar, kimseye yol vermiyorlar. Bazıları arabanın üstüne yatmış, kimileri arabanın tekerine saldırıyor.
Bizim gariban Belçikalı çifti almış bir telaş.
Önce teröristler saldırdı sanmışlar. Bakmışlar ki önlerindeki sadece kendi gelin arabalarına değil, bütün gelin arabalarına yapılan şey aynı.
Bir grup adam arabaların geçmesine izin vermiyor.
Etrafta trafik polisleri var ama bu duruma aldıran yok. Bizimkilerin neredeyse korkudan dudakları yarılıyormuş. Fransızca bilen şoförleri durumu açıklamış; “Tradisyon Türk” (Türk adeti) Yol kesip, para vermeyeni geçirmemek?
Hem de polislerin gözü önünde... Tradisyön Türk???
Derken birileri çıkıp, bu adamlara beyaz beyaz zarflar vermiş, yol açılmış, bizimkiler gözleri fal taşı gibi açılı halde, nikah sonrası yemek yenecek restorana gelmişler. Gelmişler ama içeri girmek ne mümkün. Yeğenleri kapıda, smokininin ceplerini karıştırıp, bir şeyler arıyor. Kapının tam önünde iki garson var, pişmiş kelle gibi sırıtıp duruyor.
Bizim garibanlar, şoföre bakmışlar, şoför de sırıtarak açıklamış, “la port nö suvr pa” (La porte ne s'ouvre pas–kapı açılmıyor.)... Nasıl açılacak? Damat para verecek.
Ama görün ki gariban damadın aklına düğün günü her adımda soyulacağı gelmediği için smokininin cebine para koymamış. Sağdan soldan yine kız tarafından birileri yetişmiş. Garsonlara para verilmiş, kapı açılmış.
Bizim Belçikalılar yemek bile yiyemeden olanı biteni seyretmeye başlamışlar. İki kere kavga çıkmış, gelen giden gelinin üstüne para takmış.
Müzisyenlerin kafasına bile para dökülmüş.
Paraları toplayan garsonlar ile müzisyenler arasında da arbede yaşanmış. Olan biteni ağızları açık bir şekilde şoförlerinden öğrenmişler.
Derken ortaya pasta gelmiş. Pastanın yanında bir garson, garsonun elinde bir kocaman bıçak. Ama herkes garsona bakıyor, garson damada bakıyor, ama pasta kesilmiyor. İmdada şoför yetişmiş, açıklamış. lö kuto nö kup pa.
(Le couteau ne coupe pas- bıçak kesmiyor) Tradisyön Türk. Yine birileri yetişmiş. Türk adeti yerine gelmiş ve nihayet pasta dağıtılmış.
Sonunda düğün bitmiş, çıkışta yine bir sürü Tradisyön Türk.
Ve bizimkiler ertesi gün atlayıp uçağa Brüksel’e, evlerine dönmüşler. Havaalanı yolunda şoföre söyledikleri şu söz, çok şeyin cevabı : “Les traditions Turques ne correspondent pas aux traditions de Commitée Europenne” (Türk gelenekleri Avrupa Birliği geleneklerine uygun değildir.)
Müzakereler, uyum paketleri martavalları ile yıllarca uyutulduk. Onlarca üstümüze yakışmayan, büyük ya da küçük gelen uyum standardına sokulmaya çalışıldık. Sadece bir an için, “gerçeklere” bakalım.
Yukarıdaki sözleri sarf edenlerin AB üyesi ülkelerin vatandaşları olduğunu, ve son sözün referandumda verecekleri oylar ile belirleneceğini unutmayalım.
Ve lütfen, Türkiyesiz AB olmaz derken, gerçekten önce “kültürlerimiz” uyuşabiliyor mu buna bir bakalım.
Ve yukarıda anlatılanların AB üyesi bir ülkede gerçekleşmesi durumunda neler olur, bir düşünelim.

4 Nisan 2009 Cumartesi

Veda Valsi (şimdilik)

Gazetedeki köşeme benzerini yazmıştım. Doğal olarak yayınlanmadı...

Şimdi sizinle içimden geçtiği gibi paylaşmak istiyorum...

Türkiye'yi teğet (!) geçen kriz maalesef bana direk geçti. (Ancak bu kadar kibar olunabiliyor)

Ödenmeyen maaşlar ve sigortalara rağmen "işsizler kervanına" katılmamak adına direnmeler sonuç vermedi. Patronumdan duyduğum söz, "İnşallah ilerde bir gün helalleşiriz" oldu. Sonunda iflas ettim.

Şu anki ekonomik şartlarım bırakın yazı yazmayı, bir yazı okumamın bile önüne geçti. Asırlar sonra sizlere veda edebilmek için ilk kez bir internet cafe'ye girdim. Sizlerle bu forumu paylaşmak çok keyifliydi. Bu internet kirliliğinde blog sahipliği fikrini veren önayak olan "DOCTUS" (http://www.doctus.org) üyesi olmak, ve o siteye her girişimde birşeyler öğrenmek inanılmaz güzeldi...

Hepinize teşekkürler.

Hoşça Kalın

3 Nisan 2009 Cuma

BAYKAL MUHALİFLERİNE BÜYÜK ÖNERİ

CHP içinde liderleri Deniz Baykal’ı başarısız bulanlar, ama yeri sağlam başkanlarının ayağını kaydıramayanlar olabileceğini düşünüp, onlar için büyük bir strateji geliştirdim. Yıllara dayanan ”diplomasi” ve “uluslar arası hukuk” bilgimi birleştirip, öyle bir yöntem buldum ki, kimsenin aklına gelmez. Deniz Baykal ile bu işin yürümeyeceğini düşünen parti içi muhalifler. Önerimi dikkatli okuyup, hemen hayata geçirmek için kolları sıvayın.

Sayın parti için muhalifler. Olağan Genel Kurul’unuz 2010 yılında yapılacak. (Aslında bu yıl yapılacaktı ama, yerel seçimler tüzünden Parti MYK'sı Genel Kurul’u bir yıl erteledi.)

Size önerim, günü gelince Deniz Baykal’ın karşısına aday olarak tiyatro sanatçısı Derya Baykal’ı çıkartın. İkisinin de isimlerinin ilk harfleri aynı, ikisinin de soyadları “Baykal”. Size tüm samimiyetim ile söylüyorum. Delegelerin çoğu, Deniz Baykal’a oy atıyoruz diye, “Derya Baykal” a oy atar. Böylece, Deniz Baykal’ı tahtından indirmiş olursunuz.
....Olmaz mı? Yani hiç kimse, isimlerinin ilk harfi ve soyadları aynı diye Deniz Baykal’dan vazgeçip, yanlışlıkla olsa dahi mührü, “Derya Baykal”a basmaz mı? Demek insanlar böyle bir oyuna gelmez. Demek kimse bu tür basit bir numaraya aldanmaz.
Dedim ya. Ben bu yazıda haddimi aşıp, iç siyasete karıştım. Haklısınız, kimse bu tür numaraları yemez. 2009 yılının Türkiye’sinde bu oyunlara kargalar bile gülmez. Özür dilerim! ...
Unutmadan, 8 yıldır Şişli Belediye Başkanlığı görevinde bulunan, eski üyeniz Mustafa Sarıgül’e rakip olarak adaylığını ilan ettiğiniz “Muharrem Sarıgül” iyi bir seçimdi. Tebrikler...

AB, ÇABUK KRİTERLERİMİZE UY

Hemen demokratikleş Avrupa Birliği. Ve bir an önce kriterlerimize uy. Sizde milletvekilleri kendi dillerinde yemin etmeye kalkabilir mi? Bizde kalkar. Biz daha demokratız. Ülkelerinizde yaşayan ve pasaportunuzu taşıyanlar ana dilde yayın ister mi? Bizde devlet televizyonu bile “Ana dilimiz Türkçe değil” diyenler için o dilde yayın yapar.

Nasıl? Almanya’da milyonlarca Türk asıllı Alman vatandaşı olduğu halde Türkçe yayın yapan bir tane bile kuruluş yok mu? Kanunen yasak demek. Haydi canım!

Allah bilir üniversitelerinizde “Türk dili ve edebiyatı kürsüsü” vardır. Çünkü, bayrağı ve başkenti olan bir “devletiz”. Bu ikisine sahip olan ülkenin dili vardır. Kürsümüz olmalı. Ha, unutmadan; biz, Kürt Dili ve Edebiyatı kürsüsü açıyoruz, haberiniz olsun.

Almanya’da ardı ardına Türklere ait evler yakılır, insanlar ölürken, “Hepimiz Ayşe’yiz, hepimiz Türk’üz” diye Alman vatandaşları yürüdü değil mi?. Hatta Yahudi soykırımı belgelerle, kamplarla, toplu mezarlarla ispatlandığı, sorumluları en ağır şekilde cezalandırıldığı halde, bir takım “aydın” ve “yazarlarınız” altmış yıl sonra “Musevilerden özür diliyoruz” kampanyası başlatmıştır...

Bunlar da mı olmadı? Allah, Allah! ...

Biz terör örgütü başı, çocuk katili yalnız kalmasın diye hapishanede yanına adam vereceğiz. Siz, İngiltere ile barış görüşmeleri yapmak için daha savaş başlamadan ülkeye gitmiş, II. Dünya Savaşı ile ilgisi olmayan Rudolf Hess’e ne yaptınız? Demek yanına tek ziyaretçi bile sokmadan, ömür boyu çürüttünüz. Kliması çalışıyor muydu bari?

Sizde otuz beş yıldır bakanlık koltuğu bile göremediği, partisi baraj altında kaldığı halde Parti Genel Başkanlığı’nı bırakmayan da yoktur. Kendi seçtiği delegeye, yine kendini seçtiren Sosyal Demokrat Parti Başkanı da. Biz medeniyiz, bizde var.

Bir de “insan hakları”, “sosyal yaşam”, “medeniyet” deyip, bizi kendinize benzetmeye çalışıyorsunuz. Çok ayıp çok. Hemen kriterlerimize uyun ve medenileşin.

Dip not: İtalya’da Lucca belediyesi döner satışını yasakladı, biz lahmacunumuzun adını “turkish pizza” yaptık. Sen misin yüzlerce yıllık kültürünün adını değiştiren? Alman hemen “dönerin “ adını yasakladı. Artık “döner” yok, "Drehspiess" var. Yersen (!), pardon, yemek için "Drehspiess" istemek zorundasın. Almanya’nın Viersen Belediyesi’nin aldığı karar ile “Döner” satmak yasak, "Drehspiess" satmak serbest.